22 Şubat 2009 Pazar

POST PUNK !





Bugün last.fm'de dolanırken, hayatımın en önemli şeylerinden birini kaybetmek üzere olduğumu, daha doğrusu kendi kendime ondan uzaklaştığımı farkettim. Indie akımı, birkaç yıl önce post-punk revival dalgasıyla hayatıma uzanmışken; değişen ve gelişen soundla farklı kıyılara sürüklenmeye başladığımı gördüm. Twee pop'tu, Swedish'ti, indietronica'ydı carttı curttu (beni kategorize etmeyin diye bağırıyor tüm melodiler!) derken, canım kanım dediğim, ömrümün sonuna kadar bıkmayacağım o nadide Post Punk ritimlerinden ne kadar uzak kalmışım! Evet fıkır fıkır, hareketli, gayet de renkli bir insanım oralardan, ama bir bilseniz içimde ne fırtınalar kopardı. Veee adı da 'POST PUNK'tı.


Hayatta annem babam kardeşim kadar vazgeçilmez olan müziğin etiketidir bu. Siyah beyaz karelerin, ama daha çok 'gri'nin tanımıdır post punk. Sevgilimi anlatır, methiyeler düzer gibi yazarım buralara sayfalarca bu müzik akımı hakkında. Nitekim sevgilim yok, başka işim yok; yazacağım. : )

Herşeyden önce, bu müziğin temelinin klasik punk ritimlerine ve akorlarına dayandığı bilinse de, olayın karanlık ve daha deneysel bir tarafı var ve bu da akıllara post-punk, krautrock bağlantısını getiriyor. Kim ne derse desin, post punk akımının temeli, Neu! vari krautrock gruplarının kişizadelere verdiği ilhamla atılmıştır. 'Evet ben anarşistim, bir punk grubu kurmalıyım' replikleriyle olaya başlamış gruplar, 'punk' yapmaktan öteye gitmemişlerdir adı üzerinde. Dünyayı felsefi bir bakışla ele alması, siyasi eleştirilerde kullanılan dilin daha kibar fakat daha zekice ve iğneleyici olması, kendinden emin ve daha olgun ritimlerle bezenmiş olması, post-punk'ı punk'tan çok çok daha değerli kılıyor.

Bu akımın kökenlerine iyice inecek olursak, ilk önce Krautrock'a uzanmak gerekir sanırım. 1968lerde Doğu-Batı Almanya hadisesiyle gaza gelmiş anarşist gençlerin, müzikte denenmemişe yönelmeleri, Avrupa progressive rock'ına minimalizmi eklemeleri (Bir klasik müzik ekolü olarak Almanya!) ve bir de bunun üstüne savaşın kaosunu katmalarıyla Alman müziğinde Krautrock akımı patlamıştır. Her ne kadar her ikisi de anarşizmden beslense de, yaratıcı ve aklı başında icracıları ve bir takım müziksel değerlerin yabana atılmaması açısından, Krautrock, Punk'tan çok çok ötede durmuştur her zaman. Bazı arkadaşlarımızın dalga geçtiği ' Alman Ekolü' aslına bakarsanız, post punk, new wave, elektronik müzik ve indie'nin temelini atmıştır.


Krautrock ve Post Punk denilince aklıma gelen kareler birbirine çok benziyor. Karanlık, kasvet ve gri. Ama ilginç bir 'içinde bulunulan durumdan kurtulma' psikolojisi vardır her iki müzikte de. Sert ve baskın olmasa da, umutsuz olsa da, FARKINDALIKtır ve alternatif bir başkaldırıdır Post Punk.

Post Punk akımı, kendi içerisinde kollara ayrılmıştır. Arşivlere bakıldığında, bu etiketle sınıflandırılmış fakat müzikal benzerlik taşımayan bir çok grup görebiliriz. Akıllarda 'e bu da post punk, şu da post punk o zaman nedir post punk?' sorusu oluşacaktır bu noktada. Post Punk'ı da dönemlerine ve melodik yapıya göre sınıflandırmak gerek. Örneğin ' The Teardrop Explodes' ve 'Joy Division' post punk kategorisinde incelendikleri halde, müzikal olarak birbirine genel anlamda uzaktır keza Gang of Four ve Psychedelic Furs, ve daha niceleri için de bunu söyleyebiliriz. Ama hepsinde ortak olan bir şey vardır: ağlayan gitarlar.









Nedense Post Punk adı geçtiğinde aklıma ilk gelen grup 'The Fall' olmuştur hep. En sevdiğim ilk 5 gruba girmese de, en başarılı post punk grubu The Fall'dur. Gerçekten çok çok sağlam ritim ve melodilerle bu yola çıkmış ve olgun bir müzik yaratmışlardır. Bunun yanında, Magazine ve Television da çok çok önemli sayılacak gruplardan. Özellikle Television, Marquee Moon isimli 'bütün zamanların en acımasız punk şarkısı'nı yaratmış olmanın yanında, şimdiki indie gruplarına çok büyük ilham kaynağı olmuştur. Ama kendi ilk beşime gelecek olursaaaak:

1- Joy Division
2- Public Image Ltd.
3- Bauhaus
4- Echo and The Bunnymen
5- The Teardrop Explodes ve Gang of Four

şeklinde sıralanmış bir liste sunardım. En sevdiğim gruplardan olan The Smiths'i bu listeye almamamın sebebiyse, The Smiths'in hiçbir zaman bu gruplar kadar Post Punk sounduna ulaşmamış olmasıdır. Evet bu kategoriye sokuldu hep ama bence The Smiths bir post-punk grubu değildir. Smiths bir gelenektir, başlı başına bir ekoldür. Bir sınıflandırma içine sokulamaz! Aynı durum The Cure için de sözkonusu benim açımdan. The Cure ilk dönemlerinde, Post Punk sularında yüzmüş fakat sonradan 'curish' denilen farklı bir tarzın yaratıcısı olmuştur. Dünya müziğinde yeni ve benzersiz bir soluk olmuştur.


Şu sıralar birçok grup dinleyip duruyorum, kimi şeker kimi masum kimi hüzünlü şarkılar dönüp duruyor kulağımda. Ama hiçbirinde, Post Punk samimiyetini ve duyarlılığını bulamıyorum. Hiç birisi beni derin kuyulara bırakıp, uzun uzun düşündürmüyor. Evet bir süredir de istediğim buydu zaten, kolay dinlenilebilir, akıcı ve düşündürmeyen müzik... Kendimden kaçmaya başladığım an, düşünmekten kaçmaya başladığım an, gerilerde bir yerlerde gri melodileri bırakmışım. Ama unutmamışız işte... Gerçeği bulduğumda, onu sorgulamam gerektiğinde, sebep ve sonuçlara ulaşmak zorunda olduğumda, o gitarlar, derin vokaller hep kafamda bir yerde inliyor, uyandırıyor beni. Kulaklarımdan, vücuduma dalan bir etkiyle, 79ların boş sokaklarında yürüyorum. Aslında hepimiz kimsesizdik, ve bir sebeple dünyaya atılmıştık. Bunu kabullenmek ama farkında olmak, sonrasında bulantı... Bulantı'dan daha iyi bir tanım olamaz bu müziğe, bıkkınlık, bezginlik ve daha çok şey. Ama farkındayız. Post Punk ve sonra her şey !


2 yorum:

  1. no sounds at first came out
    this machine had dropped out
    but it made music to itself
    made music for itself
    rebellious jukebox yeah
    rebellious jukebox now..

    YanıtlaSil
  2. Noise resounds around,
    Noise resounds around.
    Rebellious Jukebox yeah
    Rebellious
    Jukebox oh!

    YanıtlaSil