25 Ocak 2009 Pazar

2008.2008.2008






Şüphesiz ki, 2008 yılı Indie'nin yüreklere çizik attığı müstesna yıllardan olmakla beraber, gitar müziğinde sadeliğe ve naifliğe geri dönüşün yılıdır. 2006 ve 2007 yıllarında iyice patlayan indietronica dalgasının yanında, 'post punk revival' etiketli grupların ard arda çıkardığı onca albümden sonra, hareketli ve sert seyreden iki yılın ardından, 'özgür müzik'te naif gitarların ve yumuşak melodilerin tekrar bağımsızlığını ilan edişidir 2008. Geriye dönüp baktığımda, 2002 ve 2004 yıllarının da indie açısından çok özel yıllar olduğunu söyleyebilirim. Evet her yıl şahane albümler çıkıyor, her yıl birbirinden tatlı yüzlerce grupla haşır neşir oluyoruz, her yıl bir sürü şarkı dilimize dolanıyor bizi bizden alıyor. Fakat 2008 bir başkaydı... 70li yılların '79 stili' diye adlandırılan o efsane süreci gibi, 2002, 2004 ve 2008 yılı 00'lı yılların efsane yıllarıdır.



Şu an Little Joy'un Little Joy isimli albümünü dinlemekteyim. 2008 ruhu albüme her şeyiyle yansımış. Şarkı sözlerinden tutun da, yumuşak romantik melodilere kadar. Kendine üç yıl seç deseler, mutlu günlerim için 2002'yi, depresif ve karanlık zamanlarım için 2004'ü, romantik dönemlerim içinse 2008'i seçerdim. Hayatımın farklı bir yerine koyduğum gruplardan 'The Walkmen'ın tam da bu yıllarda birer albüm çıkarmış olması nasıl bir tesadüftür! Bir yerlerde benimle aynı hissiyatı paylaşan insanların olduğunu bilmek harika bir şey, hele ki bu en sevdiğiniz gruplardan biriyse. 2008 yılı (baştan söylüyorum romantiğim) benim için aşka ve hayalkırıklığına işaret eden bir yıldı. Dinlediğim şarkıların beni hüngür hüngür ağlatması, kırılmış tarafıma dokunması ama orayı tamir etmemesi, bana acı çektirmesi, salya sümük etmesi, kalbime iğneler batırması en çok istediğim şeydi 2008 yılından, ve kendisi bu kadar naif ve romantik indie albümlerini hayatıma yollayarak bana müthiş bir hediye sundu. 2008 yılım bilgisayar başında şarkı dinleyip, eşlik etmekle ve bir yandan klip çekerken kameralara oynuyormuş gibi bir o yana bir bu yana sallanıp ağlayarak geçti. Bravo! The Walkmen mesela yine yaptı yapacağını, 2008'e uygun daha doğrusu yine ruh halime uygun bir albümle kapımı çaldı. Bunun yanında, adlarını teker teker sayamayacağım bir dizi güzel albümle içsel bir yolculuğa çıktım. 2008'te İsveç topraklarından çıkan birbirinden tatlı gruplarla çocukluğuma, olgunlaşmamış tarafıma dokundum, bir yandan hasret kaldığım huzura katık ettim onları. Brittle Stars'la 'acı-tatlı' bir ruh haline büründüm. The Last Shadow Puppets'la, Beach House'la müthiş bir hikayenin kahramanı oldum. The Organ'ın Thieves adlı Ep'siyle güzel bir yaz gecesine geri döndüm. Bye Bye Bicycle ile kalbimde 'siren'ler çaldı, dostlarımla güzel bir yaz tatilindeyken, şeker pembesi, tatlı ve neşeli, en önemlisi huzurlu günler geçiriyorken, cesaretimi toplayıp hayatımla ilgili en doğru kararı aldığım o birkaç güne döndüm. Sonrasında o kararın sancılarını 'The Walkmen'la atlattım. 'Does It Offend You Yeah' ten 'Being Bad Feels Pretty Good' çaldı fonda ve arkadaşlarla İstanbul'da gecesi gündüzü belli olmayan eğlenceli bir ay geçirdim kötü hissetmeye bile vakit bırakmadan... Kısacası adını sayamayacağım bir sürü albüm ve şarkı birbirinden farklı günlerime eşlik etti. Hayatımın dönüm noktası olarak adlandırdığım 2008 yılı acı tatlı bir sürü anı ve deneyim yanında süper melodiler taşıdı dünyama.





Birazcık müzikaliteye dönecek olursak, 2008'in en çok hayalkırıklığına uğratan grubu 'The Cure' oldu diyebilirim. The Cure fanları olarak, albüm çıkış tarihinin sürekli ertelenmesi bizleri heyecanlandırmış ve beklentilerimizi artırmıştı. Fakat 4.13 Dream adıyla yayınladıkları albüm, Robert ve silah arkadaşları artık müziği bıraksın, herşey tadında kalsın dedirtti birçok insana. Aslına bakarsanız, 2004 yılında çıkardıkları albümden sonra grup sadece konserlerde çalma ve bir daha albüm çıkarmama kararı almıştı ama ticari kaygılardan olsa gerek, yeni albüm bombası düştü 2008'in başında. Yıllarını The Cure'a vermiş benim gibi birçok insan bu haberle çok mutlu oldu çünkü hiçbirimiz böylesine yetersiz bir albümle karşılaşacağımızı düşünmüyorduk. Yıllar boyunca bu grubun her albümünden farklı tatlar alarak defalarca dinleye dinleye elimizden düşürmemiştik cdleri, kasetleri ... 4.13 Dream elime geçtiğinde, heyecanla dinlemeye başladığımı hatırlıyorum. Underneath The Stars adlı parça çalmaya başladı, tipik bir 'Wish' dönemi şarkısıydı bu, uzun tutulmuş intro, acı çeken gitarlar. Harika bir şeyler geliyor diye düşündüm fakat albümü dinledikten sonra içimde fena bir tatminsizlik hissi oluştu. Evet belki şarkılar ayrı ayrı güzeldi ama albüm bütün olarak bakıldığında The Cure gibi bir çok gruba ilham kaynağı olmuş efsane bir grup için çok çok yetersiz ve başarısızdı. Sanırım artık stüdyoya girip yeni kayıtlar yapmak yerine, konserlere turnelere yönelseler iyi edecekler. Zaten yayınlamış oldukları albümler bizi yıllardır doyurmaya yetti ve bundan sonra da yetecektir, yenilerine gerek yok diye düşünüyorum.




The Cure gibi hayalkırıklığına uğratan bir diğer grup ise 'The Departure' oldu 2008'de. Inventions adıyla yayınladıkları albüm çok kötü olmasa da, 2005'te çıkardıkları Dirty Words'ün tırnağı bile olamayacak kalitedeydi.





2008'in en başarılı albümlerine gelecek olursak, bu konuda objektif olmadan The Walkmen'ın You&Me isimli albümünü yılın en şahane albümü seçerdim. Fakat, gruplarla kurulan duygusal bağlar bir kenara bırakıldığında müzikal anlamda The Walkmen'dan çok daha başarılı gruplar olduğunu görüyoruz 2008'te. İsveç çıkışlı gruplardan The Bridal Shop, New Order geleneğini günümüze modern çizgilerle harmanlayıp getirerek çok güzel bir iş çıkarmış adı da 'From Seas' olmuş. The Last Shadow Puppets'ın The Age Of Understatement'ını ve Beach House'un Devotion adlı albümünü sayma gereği duymuyor, laf arasına serpiştiriyorum çünkü son yılların en güzel çalışmaları arasına girebilecek kayıtlar bunlar. Vampire Weekend'den Vampire Weekend, Pia Fraus'tan After Summer da 2008'in cicileri arasında yer almakta. Brit Pop efsanesi 'James' in çıkardığı 'Hey Ma' isimli albüm de geçtiğimiz yılın başucu edilesi albümlerinden olmakla beraber bir kez daha 'Brit Forever!' nidalarıyla dolaşmama neden olmuştur. The Smiths ve The Cure ruhunu tekrar açığa çıkarması açısından 'Twig' adlı grubun 'Life After Ridge' isimli albümü de sevip sevdirilesidir. Özellikle albümde yer alan ' At Work and At Home' adını taşıyan şarkı, Morrissey vokallerine ve The Cure gitarlarına bir selam gibidir. 2008'in en şeker albümüne gelirsek kesinlikle Bye Bye Bicycle'ın Five Little Lies adlı ep'si bu sıfatı hakeder niteliktedir. Bunun yanında, Cajun Dance Party'nin The Colourful Life adlı albümünü de severek sık sık dinlediğimi hatırlıyorum. Albüm kesinlikle konsept albüm kategorisine girebilecek kalitedeydi bence. Yine bir diğer harika çalışma da, Tokyo Police Club'ın Elephant Shell'iydi...






Teker teker saymak mümkün değil, Does It Offend You Yeah'ler, Little Joy'lar, Brittle Stars'lar, Je Suis Animal'ler, The Organ'lar, Fleet Foxes'lar, Atlas Sound'lar, Deerhunter'lar, Hari and Aino'lar... Hepsi ayrı ayrı , yayınladıkları albümlerle 2008 yılıma damgalarını vurdu.



Ve ve vee 2009'da 2008'in meyvelerini yiyoruz. Bu yıl çıkması beklenen albümler 2008 çizgisinde olacaktır diye düşünüyorum. Böylece geçen yıl gerçekleşen, müzikte sadeliğe ve yumuşaklığa dönüşle bir yıl daha kafa dinleyip huzur bulacakmışız gibi geliyor. Bakalım şimdi neler olacak? Rımrımrımmm sabırsızlıkla 2009'un getireceklerini bekliyoruz. Hayat güzel, şarkılar güzel. :)))






19 Ocak 2009 Pazartesi

















Sanırım ben de bir çocuk sahibi olmalıyım. Ian Curtis'e bakın hele! Ruhu şad olsun...

16 Ocak 2009 Cuma

Hari and Aino




'JUST BE HAPPY!' yazan bir albüm kapağııı ve Hariiiiii veee Ainooooo!


İnsan Hari and Aino dinleyip de nasıl mutlu olmaz ki? İlkbahar müziği yapıyorlar tam. Sınavlarla boğuşmakta olduğum şu sıkıcı dönemde, biraz olsun günlerime sevimlilik kattı bu dünya tatlısı İsveçli grup.




Öyleyse hemen 'Hari and Aino- Hari and Aino (2008)' gelsiiiiin:


1. Gold (or something just as nice)
2. I will leave
3. Seasons
4. Hannah and I
5. Finland
6. Lousy day
7. Rubble and ruin
8. Your heartache and mine
9. Second song
10. Thank you for my sisters


15 Ocak 2009 Perşembe

Twee Twee Twee


















DOWNLOAD

Bye Bye Bicycle- Sirens.

Cloudberry Records bünyesindeki cici grup 'Bye Bye Bicycle' The Cure ve The Smiths gitarlarını 2000'li yıllarda bizimle buluşturuyor fakat bunu yaparken, bu iki grubun AĞIR melankolisini bir tarafa bırakıp, neşeyi müziğine harman ediyor. Böylece ortaya şekeğğğr melodiler ve enerjik bir müzik çıkıyor. İsveç müziği, bu gibi gruplarla gönlümüze taht kuruyor ve bir ekol oluyor. Ama işin ilginç yanı, bu kadar kasvetli ve soğuk bir ülkeden böylesine sevimli Twee-Pop gruplarının çıkışı bana kalırsa. Dreampop ve Shoegaze, Twee kılığına girerek, daha kolay dinlenilebilir olma özelliği kazanmanın yanında daha modern bir profile bürünüyor. Twee sayesinde klişe Shoegaze melodilerinden bir nebze sıyrılınıp, hareket ve rengin müziğe yansıtılması sağlanıyor. Dreampop ve Shoegaze'in fazlaca barındırdığı karamsarlık, Swedish Twee'sinde yerini 'naif ve çocuksu' bir havaya bırakıyor. Şarkı sözlerine, hayalkırıklıkları, aşk acıları ve kişisel problemler yansırken, nispeten törpülenmiş tatlıca melodilerle depresiflik dengeleniyor. Karanlıktan aydınlığa geçiş evresinin müziğidir Twee. Ya da bilmiyorum belki de fazla kız işi bir müziktir, kırılgandır ve bu yüzden tam benliktir... Gönül bağı kurulasıdır, sevdirilesidir. :))

13 Ocak 2009 Salı

sınAVlarrrr beni hep AVlarrrr ! hayatsa tAVlarrrr !


Sevgili hayaaaat vee çok değerli okurlar, :)


Bugün sizlere çok güzel bir şarkı armağan ediciğim. Şarkımız son zamanlarda, delice taktığım ve uzun süredir ilk kez 'iştee tam benlik' diyebildiğim 'The Bridal Shop' adlı gruba ait. 'Bridal shop' 2000lerin 'New Order'ıdır. Ve candır! Evet!

http://www.cloudberryrecords.com/jukebox/bridalshop.mp3

Çoook az kaldıı, şu tippo sınavlar geçince İzztanbulcuka, ebeveynlerimeee, tokurcuma, ananecime, çatlak teyzelerim ve kuzenlerime, Ertancığıma ve Neslüyancığıma kavuşmuş olacağım. Ertan ve Nesli'yle birlikte keglevichlerimizi yudumlarken, ben tabiki rezilliklerimi anlatıp herkesi güldüreceğim!!! Gece yarısı telefonum çalacak, Ertan 'aşağıya in seni almaya geldik, caddeye inicez.' diyecek, gece gece boş sokaklarda dolaşılacak, sonra sabahlara kadar sohbet edilecek. Benim yanlış sevgili seçimlerim mevzu bahis olduktan sonra konu birdenbire kung-fu'ya gelecek, sonra ertesi gün iddaa oynayalım lan denilecek. Ertan'la kırmızı mutfağımızın ve evlenince döşeyeceğimiz o bombolojik evin hayallerini kuracağız. Aaa hayatçım bu arada, Ertan 14 şubat'ta akşam yemeği için kız kulesi'nde yer ayırtmışş. ŞA HA NE. :))))

Ama lütfen finaller, çıkın hayatımdan! Sınavlar YASAKLANSIN!






CONTROL


Kış aylarından nefret ediyorum. Fazla kiloların soğuktan korunma bahanesiyle kamufle ediliyor oluşu bir artı gibi görünse de, insan bu avantajı sonuna kadar kullanıp kendini bıraktığı o sonsuz rahatlık sonucu üçbinbejyüzotuzikisonzuzz kilolar alıp olayın cılkını çıkarıyor ve bu artıyı eksi sonsuza varan değerlere taşıyabiliyor. Geçenlerde pembe bir pantalon aldım. Geçenler dediğim bundan üç ay evvel. 2 hafta önce gece dışarı çıkmak üzere kıyafet provası yapıyorken, pembe pantolunumu giyip bakayım dedim. Aman allahım o da neee!!! Fıyykkk pöörrttt lombuuur. Pantalonun içine hala girebiliyor oluşum sevimli bir durum olsa da, yanlardan fışkıran o et kütleleri bir anda kabusum oldu! Kış geldi montların boyu uzadı, çizmeler dizkapağı altlarında... Kendimizi, kendimizi unutacak ve görmeyecek kadar kamufle ettiğimiz şu kış aylarında, sanki birileri, paltomun altından bir pompa sokup basen kısmıma hava basmıştı demeyeceğim, çünküüüü biliyorum. Eyyy cheesecakelerr, eeeyyy patates kızartmaları ve eyyy votka limonlar! Eyy geceleri adeta bir karabasan gibi üstüme çullanan o engin açlık hissiiiii! Çıkın gidin hayatımdan!

Bu gibi durumlarda adeta bir diyetisyen edasıyla bütün kız arkadaşlarınız karşınıza dikilir. Evet siz aslında hiç takmıyorsunuzdur aldığınız kiloları, hatta Jennifer Lopez kalçalarınızla dünyanın en güzel kızısınızdır ama olay öyle bir boyuta getirilir ki (aslında sadece 54 kilosunuzdur) 'CONTROOOOOOOL' diye inim inim inlersiniz. Feeekaaaat tarçınlı zencefilli kurabiyeler, frambuazlı cheesecakeler en yakın arkadaşlarınız olmuşsa ve en ufak bir açlık anında kendinizi kremalı mantar soslu makarna tenceresinde dans ederken hayal ediyorsanız ( kalori yakmak için o tencerede dans ediyorum çok kontrollüyüm ehem öhömm) işiniz bitiktir. Hele ki, bir ince belli çay bardağına kocaman bir kaşık şeker atmadan etmem diyorsanız, ekmeksiz doymam diye çıkışıyorsanız; benim gibi, kontrol mekanizması yerine, kışı ve nimetlerini de yanınıza alarak bir kamuflaj mekanizması geliştirirsiniz.

Geçen gün kızlarla aramızda tatlıyı azaltacağımıza dair konuştuk. Alsancak'taki alışveriş maratonundan sonra bir cheesecake'i haketmiştik. Ama bir porsiyonu iki kişi bölüşmek üzere. Tabi ki, her verilen söz gibi bu da tutulmadı. Herkes kendine ayrı porsiyon söyledi, üstüne üstlük hayvani ebatlarda gelen çizkeykler yazık günah tabakta bırakılmaz diye silip süpürüldü. Zaten bizi şu tabakta kalmasın mantığı bitirdi ya neyse... Bırakın Allah aşkına! Kalçada, göbekte, popoda kalacağına tabakta kalsın! (hadi ordann tüm tatlılar bizimdir holallalaaa) :( CONTROL !